15 Ağustos 2011 Pazartesi

İran’daki Son Durağımız; Shiraz


Öğlen 14.30’da Yezd’den Shiraz’a doğru otobüs ile yola çıktık. Shiraz’daki Nyayshe Oteline geldiğimizde hava kararmıştı. Oteldeki rezervasyonumuz bir gün sonraya yapıldığından resepsiyon görevlisi bu geceye mahsus olmak şartıyla 4 oda yerine 3 oda verebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Nuray, ben ve Leyla üçümüz geçici olarak aynı odaya yerleştik. O akşam yemeğimizi kaldığımız otelde yedik. Yemekler çok güzeldi. Shiraz’da 2 gece 3 gün kalacaktık sonrasında ise ver elini İstanbul.

Shiraz, tarihi eserleri, şairleri, filozofları, savaşçıları, kralları, orkideleri, portakalları ve gülleri ile meşhurmuş. Ünlü Shiraz üzümleri Shiraz'ın kuzeyinde yetişiyormuş. Halen şeriat kanunları geçerli olduğundan şarap üretimi yapılamıyormuş. İsteyen evde kendisi gizlice üretebiliyormuş. Yakalananlar olduğunda ise şeriat kanunlarına göre cezalandırılıyormuş. Biz de Shiraz’da kaldığımız sürece evinde şarap yapan İranlı ile karşılaşmaya niyetlendik ama bu niyetimiz maalesef gerçekleşmedi.

Shiraz’da neler yaptığıma geçmeden önce Shiraz şaraplarının hikâyesini sizinle paylaşmak istiyorum. Pers kralı Cemjid üzümü çok severmiş. Ülkeye dev bağlar kurdurtmuş. Birkaç ay içinde üzümler birden su koy vermiş. Üzüm suyu tadının çok acı olması sebebi ile sonunda suyun zehir olduğuna kanaat getirmişler. Günlerden bir gün Cemjid’in dillere destan cariyesi hastalanmış, güzel cariye dayanılmayacak şiddette baş ağrısı çekiyormuş. Tabipler çare bulamıyorlarmış. Güzel Cariye hayatından bezmiş ve hayatına son vermeye karar vermiş, zehirli sudan içmeyi denemiş. İçtiği su ile baş ağrısını birden geçirivermiş. Bu bilgi bir şekilde kral Cemjid’in kulağına gitmiş ve bu olaydan sonra zehirli olduğu düşünülen suya “ Ab-ı Hayat” adı verilmiş.


Shiraz’daki ilk günümüzde kahvaltımızı yaptıktan sonra sabah saat 8:00‘da İranlı rehberimiz bizi Persepolis’e götürmek üzere rehberimiz ile buluştuk. Bir saat onbeş dakika sonra Persepolis’deydik. Hava çok sıcaktı. Rehberimizin anlattıklarına göre; Persepolis büyük pers imparatorluğunun merkeziymiş. Stratejik açıdan özel bir yerde inşa edilmiş. Akamedinler ilk geldiklerinde bu kenti Ruh-i Rahmet dağına yaslanmış olarak inşa etmişler. Tüm kent 125 bin m2 lik bir alana yerleştirilmiş. Kentin içinde saray, hazine, misafir ve mezar alanları yer alıyordu. Şehirde her şey taş ve tahtadan yapılmıştı. Şehrin girişinin sağ ve solunda 2 ayrı merdiven bulunuyordu. Merdivenlerin her 3 basamağı büyük bir taştan yapılmıştı. Ana teras alanına giden bu iki merdivenden sağ tarafta olanı Kral Darius’un kullanımına, sol taraftaki ise Kral Darius’u ziyarete gelen ülke temsilcilerinin kullanımına tahsis edilmişti. Duvarlarda o zamanlardaki yaşamı anlatan 3 boyutlu resimler çizilmişti. Duvardaki ilk sembol selvi ağacıydı, rehberin söylediğine göre selvi ağacı ölümsüzlüğü temsil ediyordu. Selvi ağacından sonra açık ve kapalı lotus çiçeği resmedilmişti. Lotus çiçeği ise gücü temsil ediyormuş. Sonraki sembol ise Palmiye ağacıydı ve palmiye ağacı ise güzel hayatı temsil ediyormuş.

Bu sembollerden sonra Kral Darius’a bağlı 23 ayrı devletin temsilcileri ve Kral Dairus’a getirdikleri hediyeler resmedilmişti. Örneğin Kapadokya’dan ( Türkiye’nin bulunduğu yer ) gelenler at ve tekstil ürünleri, Araplar deve ile, Hintliler eşek ve giysiler ile birlikte resmedilmişti. 23 ülkenin temsilcilerinden sonra boğayı ısıran aslan figürü vardı. Buradaki Boğa eski yılı, aslan ise yeni yılı temsil ediyormuş. Aslanın boğayı ısırması eski yılın bitip yeni yılın başladığını sembolize ediyormuş. Kral Darius ‘un heykeli ise değişik şekillerde sütunların arasına ve duvarlara resmedilmişti. Kral Darius’un yüzünü hiçbir heykelde ve duvarda göremedik. İç savaş sırasında Kral Darius’un krallığı hatırlatıyor olması sebebiyle mollalar tarafından Kral Darius’un tüm heykellerinin suratı çizilmişti.


Persepolis şehri içindeki saray ilk yapıldığında her biri 20 metre yükseklikte olan ve üzerinde 2 metre yükseklikte başlıkları olan 100 sütundan oluşuyormuş. Başlıklar boğa ve kartal gibi 2 başlı hayvan şekillerinden oluşuyormuş. 2 başlı heykellerin arasındaki boşluğa da büyük tahta çubuklar yerleştirilerek tavan vazifesi görmesi sağlanmış. Bu kutsal şehrin yapımına M.Ö .521 yılında başlanmış ve yapımı 150 yıl sürmüş. Sütunların ihtişamı ve duvarlardaki ince işi gördükten sonra kentin tamamının normal insanlar tarafından inşa edildiğine dair inancım gittikçe azalıyordu.

Bugün, nisan ayında 2 hafta süren nevruz kutlamaları burada yapılıyormuş. Geçmişte de Persepolis politik bir merkezden çok kutsal bir buluşma yeri olarak bilinirmiş. Persepolis’in gGerçekten enteresan bir enerjisi vardı. Şehre girdiğinizde insan kendisinin genişlediğini hissediyor.


Persepolis gezimizi tamamladıktan sonra Persepolis’ten 10 km uzaktaki dağların içine oyulmuş 4 mezarı görmeye gittik. Buraya Nakş-ı Rüştem diyorlarmış.4 mezar; kral Darius, Darius’un oğlu . I.Xerses, I. Artaxerses II Darius’a aitmiş. Mezarlar dağın duvarları oyularak bu oyukların içine yerleştirilmişti.
Nakş-ı Rüştem ‘i de ziyaret ettikten sonra otelimize geri döndük. Havanın sıcaklığı geçene kadar otelde vakit geçirdik. Akşam üstü saat 18:00’da tekrar şehri gezmeye devam ettik. İlk olarak Şah-ı Çerağ türbesini gezdik. Burası Şii dininde bahsi geçen 12 imamdan biri olan İmam Rızanın öz kardeşi Seyid Emir Ahmed’in mezarı yer alıyormuş. Seyid Emir Ahmed Işıkların şahı olarak bilinirmiş. Türbenin içinde milyonlarca küçük aynalar ile mozaik şeklinde süslenmişti.


Şah-ı Çerağ türbesinden sonra ünlü şair Hafız’ın türbesine doğru yola çıktık. Hafız’ın girişinde, niyet kâğıtları tablası ve tabladaki niyet kâğıtları arasından size özel niyeti seçen kuşları olan İranlı satıcılar ile karşılaştık. Niyetler farsça yazılmış olduğundan niyetleri alamadık ve Hafız’ın türbesinin olduğu bölüme doğru yürümeye başladık. Girişte diğer binalarda da olduğu gibi su fıskiyesi olan etrafında birbirinden güzel çiçeklerin olduğu bir havuz ve havuzun arkasında ise Hafız’ın mezarı görünüyordu. Türbeye doğru yürürken yanıma İranlı bir çocuk yaklaştı ve Hafız’ın hikâyesini anlatmaya başladı. Sanki onunla rehberlik yapması için anlaşılmışız gibi Hafız hakkında bilgi vermeye başladı. Önce yanımdan ayrılmayacak galiba diye düşünürken anlatımını bitirdikten sonra saygılı bir şekilde “İyi Gezmeler” diyerek yanımdan uzaklaştı. İşte gene alışık olmadığımız tarzda bir İranlı daha karşıma çıkmıştı.
Hafız 8 sütun üzerine kurulmuş kubbesi mavi olan bir türbede yatıyordu. Hafız’ın mermerden mezarı üzerinde Hafız’ın şiirleri yer alıyordu. Türbenin bulunduğu alanda çarşı alanı oluşturulmuştu. İranlılar, kendi yaptığı halı, seramik, resim, takı v.b. gibi el işi ürünleri satıyordu. Satış yapılan stantların birinde orada yaşayan Türk gruplarından biri ile karşılaştık. Bu grup halı satıyordu. Bizi hiç tanımadığı halde akşam evine davet etti. Onlara çok enteresan geliyorduk. Türk olduğumuzu duyunca daha da memnun oluyorlardı. Hatta bir keresinde bindiğimiz taksi şoförü eşini telefon ile arayıp telefonu bana verdi ve eşinle konuşmamı istedi. Eşi de sağ olsun sanki 40 yıllık ahbap gibiyiz Uşağım gel biz de kal, gözümün içi, seni çok severim, sana hoşum geldi gibi çok samimi olduğun kişilerle konuşacağınız şekilde sohbet etmişti.
Hafızın türbesinden çıkarken tekrar niyet satan İranlıların bozgununa uğradık. Niyetlerin Farsça yazılmış olmasından ötürü niyetleri alamayacağımızı söylesek de içlerinden birisi Leyla ile bana “Olsun alın bunlar benden hediye” dedi ve sonunda niyetleri almak zorunda kaldık. Akşam otelde resepsiyonda çalışan İranlı kızdan bizim için tercüme etmesini talep etmeye karar verdik.


Hafız’dan sonra diğer ünlü gezgin şair Sadi’nin türbesini görmeye gittik. Sadi’nin en çok bilinen eserleri Boston ve Gülistan’mış. Sadi’nin türbesinde bizimle fotoğraf çektirmek isteyen Beluçlar ile karşılaştık. Beluçlar İran’ın güneydoğusunda yaşıyorlarmış. İranlılar ile çektirdiğimiz bu kadar fotoğraftan sonra günün birinde İranlı birisinin evine gittiğinizde misafir odasındaki büfenin üzerinde benim fotoğrafımı görmeniz an meselesi olabilir.

Sadi’nin türbesinden sonra o akşamki Shiraz gezimiz de sona ermiş oldu ve akşam yemeği için otelimize geri döndük. Yemekten sonra nasıl vakit geçirebiliriz diye düşünürken Leyla’nın aklına tavla oynamak geldi. Leyla ile tavla oynamaya başladık. Tavlaya başladıktan sonra otelin restaurantında çalışan İranlı 2 kız yanımıza oturup bizi izlemeye başladı. Onlar da bizim gibi tavla oynarlarmış. Leyla ile toplam 3 oyun oynadıktan sonra içlerinden birisi bizimle tavla oynamak istediğini söyledi. İranlı kızla bir oyun tavla oynadık. O akşam keyifli geçmişti.


Ertesi gün Shiraz’da son kalan yerleri gezmek üzere kahvaltımızı ettikten sonra yola çıktık. Önce vekil kalesini gezdik. Vekil kalesi Kerim han tarafından yapılmıştı. Kerimhan İsfahan’da yapılan eserlere rakip olarak Shiraz’da birkaç eser yapmak istemiş ancak amacını gerçekleştirememiş gibi görünüyordu. Vekil camiinin girişinde y harfi şeklinde zincirin asılı olduğunu gördük. Bu Y şeklindeki zincirin her biri sırayla din, siyaset ve bilimi temsil ediyormuş. Ortadaki zincirin sembolü dini temsil etmekteymiş.

Shiraz İran’daki son durağımız olduğundan meşhur İran hurması almak için kapalı çarşının içine girdik. Maalesef kapalı çarşı içinde hurma bulamadık. Hurma almadan gitmek istemiyordum. Biraz sancılı da olsa uzun bir yürüyüşten sonra sora sora bir hurmacı bulduk. Bir gün İran’a yolunuz düşer ise hurmalarından almanızı kesinlikle tavsiye ederim.


Öğlene doğru hava sıcaklığı gittikçe artmaya başlamıştı ve biz de otele dönmek zorunda kaldık. Akşamüstü sıcaklar azalınca İrem bağlarını ziyarete gittik. İrem bağları Üstat Muhammed Hasan tarafından yapılmıştı. Güzel bir binası ve binanın etrafından büyük bir alana yayılmış büyük bir bahçesi vardı. Bu bitkiler arasında en meşhur olanı sadece Shiraz’da yetişen Serv-e Naz isimli selvi ağacıydı.

İrem bağlarındaki bahçenin iç kısımlarına gittikçe yapay bir göl karşımıza çıktı. Gölün içinde kırmızı balıklar yüzüyordu. Balıkların enteresan bir yüzüş stili vardı. Hep birlikte havuzun ortasında sema yapar gibi dönüyorlardı. Aralarından yorgun düşenler ise duruyordu. Başta duran bu balıkların ölmüş olduğunu düşünmüştüm. Ancak sonrasında ölen balığın yanına bir balığın geldiğini ve bu balığın ölü gibi gözüken balığa dokunduğunda balığın tekrar hareket etmeye başladığını fark ettim. Sanki nöbet devri yapıyor gibiydiler. Balıkların havuzun ortasındaki semasını izlemek bayağı keyifliydi.
Balıkları seyrederken yanımızda iki kişinin İngilizce konuştuğunu fark ettik. Onlarda balıkların neden sema yaptıklarını konuşuyorlardı. İçlerinden birisi Türkçe konuştuğumuzu duyunca o da bizimle Türkçe konuşmaya başladı. Çocuğun ismi Serkan’dı ve Boğaziçi üniversitesinde mütercim tercümanlığı bölümünü yeni bitirmişti ve bir aydır İran’ı dolaşıyordu. Yanındaki İranlı arkadaşı ile burada tanışmıştı birlikte Shiraz’ı geziyorlardı. Serkan’nın İran macerası çok enteresandı. İran’da nereye gitse tesadüfen konuştuğu kişiler onu evine davet ediyordu. Şimdiye kadar otelde kalmamıştı. Hatta bir keresinde Shiraz’da yaşayan birisi İran’nın farklı bir şehrinde karşılaşmış ve adam ona Shiraz’a geldiğinde kendisine uğraması için ikna etmiş. Bizim Serkan, Shiraz’a geldiğinde adam halen şehir dışında olmasına rağmen Shiraz’daki arkadaşları ile irtibata geçerek Serkan’a evini açmalarını istemiş, Serkan’da adamın evinde kalmaya başlamış. Serkan ve arkadaşı ile kısa sohbetimizden sonra akşam yemeği için Şharzah Traditional restaurantına gitmek üzere yola çıktık. Şharzah Traditional resturantta İran müziği eşliğinden İran’daki son akşam yemeğimizi yedik. Ertesi gün İran’daki son günümüzdü. Uçağımız öğlen 15.30’da Sharjah/Dubai aktarmalı olarak İstanbul’a varacaktı. Sevgili Zafer gezi boyunca hepimizin çektiği fotoğrafları CD ye kopyalayıp hepimize birer kopya verdi. Bu çok nazik bir davranıştı, çok hoşumuza gitti.


Kahvaltımı ettikten sonra Shiraz’daki meşhur kapalı çarşılardan birkaçını gezdim saat 12.00 gibi otele geldim. Bavullarımızı odamızdan aldıktan sonra taksi ile havaalanına doğru yola çıktık. Bir İran yolculuğumuz artık sona ermişti. Yeni bir geziye çıkmaya şimdiden hazırdım.

Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder