15 Ağustos 2011 Pazartesi

İran’da Bir Çöl Şehri; Yezd


Yezd’deki otelimize vardığımızda sabah saat 6:00 dı. Ancak otelin giriş kapısı kilitliydi. Kapının metal tokmağını birkaç kez vurduktan sonra otelin görevli personeli kapıyı açtı. Görevli personel Afganlıydı ve çok iyi İngilizce konuşuyordu. Buraya gelen birkaç türkten de bir kaç kelime türkçe öğrenmişti.
Leyla ile birlikte kalacağımız oda otelin üst katındaydı. Buradaki oteller genelde binanın ortasında büyük bir avlusu olan ve bu avlunun etrafını çevreleyen otel odalardan oluşuyordu. Hepsi eski konaktan bozma binalardı. Afganlı çocuk odamızı gösterirken otelin çatısına göz atmamızı önerdi. Bunun üzerine Leyla ile birlikte çatıya çıktık.

Güneş tam doğmak üzereydi, gökyüzü aydınlığı mı yoksa karanlığı mı seçsin bilemiyordu. Alınması gereken karar çok zordu. Aydınlık ve karanlık her ikisi de çok cazip görünüyordu. Sonunda karanlık, aydınlığa teslim oldu. Taştan yapılmış kum renkli evler güneşin doğuşu ile turuncu rengini alarak aydınlandı. Orient otelin çatısından mavi çinili minareleri olan camii ve diğer binaların görüntüsü muhteşemdi. Leyla ile birlikte bu güzel görüntüyü kaçırmadan fotoğraflarım. Etraf iyice aydınlandıktan sonra odamıza gidip duş aldık ve 3 saat kadar kestirdik.


Yezd’deki günlerimizde hava bayağı sıcak geçeceğe benziyordu. Yezd’te tam tamına 2 gün bir gece kalacaktık. Yezd şehrinin bulunduğu bölge çöl bölgesiydi ve çöl tarafının fotoğrafları muhteşemdi. Belki ertesi gün öğleden sonra gruptakilerden ayrılıp çöl bölgesine bir göz atabilirim diye düşündüm. Bu düşüncemi bu günün performansına göre hayata geçirebilecektim. Zira bu sıcakta çöl bölgesine gitmek intihar olabilirdi. Nasılsa daha önce Dubai, Bahreyn ve Tunus taraflarında çöl gördün diyerek kendimi avutmayı seçebilirdim.
Yezd'deki ilk günümüzde kaldığımız otelin kardeş oteli Silk Otelde kahvaltımızı yapmak üzere otelden ayrıldık. Otelde bizim dışımızda birçok Avrupalı turist kalıyordu.

Kahvaltıdan sonra Ateşgede, Zerdüşt tapınağına gitmek üzere yola çıktık. Zerdüşt tapınağında Zerdüştların ünlü kutsal ateşi saklanıyordu. B

uradaki kutsal ateş 470 yılından beri hiç sönmeden yanıyormuş. Görevli rahipler badem ağacı veya kayısı odunları ile 24 saat ateşi besliyorlarmış. Düşünebiliyor musunuz yüzyıllardır hiç sönmeden yanan bir ateş !!!! Zerdüstlar İran’da karşılılaştıkları sıkıntılar sebebi ile bu ateşi Hindistan’a taşımayı düşünüyorlarmış. Belki de hemen gelip bu ateşi görmeniz iyi olabilir. Ateşgede ateşini gördükten sonra Atesgede’nin yan sokağındaki kültür merkezine gittik. Burada Yezd halkı tarafından yapılmış seramik hediyelik eşyalar, Yezd'e ait fotoğraflar ve Zerdüşt dinine ait sembol ve kitaplar sergileniyordu. İsterseniz beğendiğinizi satın alabiliyordunuz.

Kültür merkezinden çıktıktan sonra dışarısının bayağı sıcak olduğunu fark ettik ve gezimize akşamüstü devam etmek üzere otelimize geri döndük. Bu sıcakta ısrarla gezmek akıllıca olmayabilirdi. İstanbul'dan Sevgili Gülay arkadaşım bu durumu hissetmiş ki otele vardığımızda facebooktan " verdiğin sözü tutuyorsun değil mi" şeklinde bir mesaj atmıştı. Önce ne demek istediğini anlamadım. Ve neyi şeklinde cevap verdim. O da İran’a gitmeden önce “ Sıcaklarda, arada bir mola ver her yeri göreceğim diye sağlığını tehlikeye atma biraz dinlen “ şeklinde yapmış olduğu uyarıyı bana hatırlattı. Çünkü her hangi bir şehri gezmeye gittiğimde oranın şartları ne gerektiriyor ise kendimi unutup kolayca orayla bütünleşebildiğimi çok iyi biliyordu. Ve ona sözümü tuttuğumu, sıcakta gezmeyip otele geldiğim bilgisini verdim.

Yezd, yüzyıllar öncesinden ipek yolunun geçtiği önemli sehirlerden biriydi. Değişik büyüklükte kum renkli binaları, alçak tünellerin olduğu sokakları, su kümbetleri ile şimdiye kadar gördüğümüz İran şehirlerinden farklıydı. Her bölgede bir su kümbeti vardı. Su kümbetlerinin içine girip yerin altına doğru indiğinizde etraf serinlemeye başlıyordu. Su kümbetleri sanki doğal soğutma alanları gibiydi. Eskiden insanlar serinlemek üzere yeraltına iniyorlar veya yiyeceklerini buralarda soğutmaya bırakıyorlardı. Bir de Bad-ger denilen rüzgâr kuleleri var. Bad-gerler çölün sıcak rüzgârını belirli bir açıyla içeri alıp evin alt bölümüne getirerek soğutmayı sağlayan yüksek baca sistemleriydi.
Yezd'deki İranlıların yaşadıkları evlerin kapıları tahtadandı ve 2 farklı şekilde metal kapı zilleri vardı. Gelen misafir erkek ise erkek işaretini temsil eden metali tahta kapıya vuruyordu. Bu şekilde kapıyı açan kişi erkek misafire uygun bir şekilde giyinerek kapıyı açıyordu.


Yezd'deki ikinci günümüzde, sıcağa kalmadan Sessizlik Kulesi Ateşgede’yi görmek üzere sabah kahvaltısını yapmadan sabah saat 7:00 gibi yola çıktık. Sessizlik kulesi şehrin 2 km uzağında Dakhne denilen yerdeydi. Buralar, Zerdüştların ölülerini terk ettikleri şehir dışındaki kutsal tepelerdi. Doğal hayatı korumak adına ölülerini gömmeyip bedenlerini vahşi hayvanların yemesi için buradaki tepelere bırakıyorlardı. Vahşi bir hayvanlar ölünün ilk olarak sağ gözünü yer ise ölünün iyi bir geleceği olacağına, sol gözünü yer ise ruhunun azap çekeceğine inanıyorlardı. Ancak bu âdeti 1960 yıllarında bırakmışlardı. Sessizlik kulesinin tepesine çıktığımızda Zerdüştların ölülerini bıraktıkları çukuru gördük. Biraz Zerdüşt havasını kokladıktan sonra tepeden aşağıya indik ve dosdoğru otelimize gidip kahvaltımızı yaptık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra İmam meydanında biraz dolaştık ve Camii Mescid ( Cuma camii)'i görmek üzere yola çıktık. Bu camii 1365 yılında yapılmıştı ve minaresinin yüksekliği 48 metreydi. Minaresinin yüksekliği acısından İran’daki diğer camiler arasında ilk sırayı alıyordu.

Camii Mescidi’den sonra 12 imam Türbesine gittik. Şiilikte kabul edilen 12 imamın temsili cenaze törenleri burada yapılmaktaymis. 12 imam türbesinden sonra hemen karşısındaki İskender Hapishanesini görmeye gittik. Bu hapishane 1360 yılında Ziyaettin Hüseyin Rıza tarafından yapılmıştı. İlk yapıldığında bu bina medrese eğitimi için kullanılmış. Sonradan İskender döneminde burası savaş esirlerinin tutsak edildiği yer haline getirilmiş.


İskender Hapishanesinden sonra ise su müzesine gittik. İranlılar içme ve sulama suyunu taşımak için yaptıkları “ Qanat” adı verilen yer altı kanallarını 2000 yıldan beri kullanıyorlardı. Bir Qanat’ı inşa etmek için öncelikle bir yer altı su kaynağı bulmak gerekiyordu. Bu da yerin 100 m altına inmek demekti. Kaynak bulunduktan sonra sıra suyu yukarı doğru çekmeye geliyordu. Bu şekilde hem su ihtiyacı karşılanıyor hem de yiyecekler için serin ortam sağlanıyordu. Su müzesinde “ Qanat” U yapımı ve hangi aletlerin kullanıldığı resmedilmişti. Yapılanları görünce önceki yazıda da bahsettiğim gibi bu insanların farklı evrenlerden geldiğine inanmak çok daha kolaylaşıyordu. Müzede 50 m derinlikteki Qanati gördük.


Günün sonunda ise 14. yy dan kalma Emir Çakmak kompleksini görmeye gittik. Binanın hemen önünde ise tahtadan yapılmış Nakhl Palmiye aracı duruyordu. Nakhl Palmiye aracı 3.İmam Hüseyin’in tabutunu sembolize ediyormuş. Aşure gününe birkaç hafta kaldığında bu aracı süsledikten sonra ellerinde ziller ve davullar ile ağıtlar yakıp kurandan ayetler okuyarak kutlamalara başlarlarmış.
Emir Çakmak meydanında birkaç fotoğraf çekiyorken sanki yakınlarda Zurhane gösterisi varmış gibi davul sesleri duyduk. Sese doğru yönlendiğimizde ise kendimizi bir Zurhane’de bulduk. Burada gösteri İsfehan'da gördüğümüze göre biraz zayıf kalmıştı. Sanırım biraz daha çalışmaları gerekiyordu. Zurhane’den çıktığımızda hava kararmıştı. Ve 1796 yılında yapılmış, 1826 yılında ise onarılmış yerin 15 m altındaki eski hamamdan bozma bir resturantta akşam yemeğimizi yedik. Günün sonunda hepimiz yorgun düşmüştük. Yemekten sonra dosdoğru otelimize gittik.


Ertesi gün yani Yezd’deki son günümüzde gezilmesi gereken bir çok yeri gezmiş olduğumuzdan otobüsün kalkış saatine kadar gruptaki herkes kendi kafasına göre şehri dolaşacaktı. Benim planım Yezd’ in meşhur kapalı çarşısını gezmekti. Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra yürüyerek kapalı çarşıyı gezmeye gittim. Kapalı çarşı kendi içinde birçok çarşıya açılıyordu. Yolunuzu kaybetmeniz an meselesi gibiydi. Şehirde 12 farklı tarihi pazar vardı. İpek, kaşmir, yün ve şalların satıldığı, ev eşyalarının satıldığı, kuyumcuların bulunduğu bir sürü kapalı çarşı vardı. Kapalı çarşı gezintimden sonra saat 12:00 ye doğru otele gittim ve bavulumu kapattıktan sonra otelin lobisinde grubun diğer üyeleri ile buluştum.

Kısa da olsa Yezd’deki yolculuğumuz sona ermişti. Doğruyu söylemek gerekir ise kış mevsiminde Yezd’i ziyaret etmek daha akıllıca olacaktı. Bu şekilde hem çölü hem de dağların üzerinde bembeyaz karı görme imkânı olabilirdi.

Şimdilik Yezd ile vedalaşma zamanı gelmişti….

Sevgiler


Zerdüşt dininin başlangıcı hakkında bir kaç bilgi: Zerdüştların sembolü Fravater adı verilen bir kuş adamdı. Bu dinin temeli düşüncede, sözde ve davranışlarda saflığın sağlanmasına dayanıyordu. M.Ö 683 yılında Zerdüşt 2 yaşındayken din adamları, Zerdüştun ileride büyüyü yok edeceği ve din adamlarının çıkarlarını engelleyeceğine inandıkları için küçük Zerdüştu ateş tapınağına bırakmışlar. Çocuğun korkmadan ateşle oynadığını görünce olağanüstü gücü olduğuna inanmışlar ve 7 yaşında onu dini eğitime almışlar. Yetişkin olduğunda dervişler gibi köy köy dolaşmaya başlamış. Dünyadaki kötülüğü yok etme yolunda aradığı bilgiyi bulmak için Sabelan dağına tırmanmış ve burada Tanrı Ahura Mazda ile karşılaşmış. Tanrı Ahura Mazda, ona Avesta isimli bilgelik öğretilerini aktarmış. Bu öğretiye göre iyilik ve kötülük olarak 2 farklı güç varmış. Ahura Mazda her zaman iyilikle birlikte kalmayı seçmiş. İnsanoğlu iki güçten hangisini seçer ise bu onun kaderi olacakmış.

2 yorum:

  1. anlatım harika özellikle ategedeleri çok merak ediyorum... keşke fotoğraflasaydınız zerdüşt tapınakları ateşgedeleri

    YanıtlaSil
  2. Merhaba


    İnternetten ateşgedenin diğer fotoglraflarına ulaşabilirsiniz.
    İnşallah bir gün isz de gidersiniz

    sevgiler

    YanıtlaSil